1 Haziran 2019 Cumartesi


                                      PERU Bolum I


En son yazımı on dört ay once yazmışım. Bu kadar uzun ara verdikten sonra hem atalet duygusundan, hem de nereden başlayıp ne yazacagim kaygısından dolayi bu seyahati yazıya dökmeyi bir suredir erteliyordum.

Yeni yil, Peru-Bolivya topraklarinda yaptigim hayatimin en heyecan verici tatilini beraberinde getirdi. Muhtemelen Peru deyince hepimizin aklina ilk gelen sey olan Machu Picchu antik kenti sadece benim degil, ayni yerkureyi paylastigim cogu gezginin listesinde ilk siralarda olan dunya mirasi kenti. Bu geri donus yazisini gezgin bir vlogger gibi "ne yenir, neresi gorulur" turunde gezi notlari haline donusturmek yerine biraz tarih biraz da felsefeyle harmanlayarak iki ayri bolumde karalamak istedim. Cunku kulturel acidan buyuk oranda benzesiyor olsalar da cografya ve halklarinin yasam kosullari arasinda buyuk farklar mevcut.




Esimle birlikte elimizde on uc gunluk Guney Amerika yol haritasiyla yola ciktik. Eger evli olmasaydik dahi seyahata giderken yanima alacagim ilk uc seyden biri kendisi olurdu. Zira seyahat ederken gunde bes saat uykuyla on bes saatlik triatlon muadili aktivitelere her daim hazir ve nazir bir insan. Sekiz gun ayirabildigimiz tatilin Peru etabindan beklentimiz ayniydi; girebildigimiz kadar lokal hayatin icine girerek Guney Amerika yerlilerinin kulturunden geriye her ne kalabilmis ise onu cigerlerimize cekmek… Tabii bu kulturun ayak izlerini takip ediyor olmanin getirdigi buyuk ganimetler mevcut. Doga harikalari, tazeligiyle gozyasi akittiran gidalar ve uzerinizde gormek icin can atacaginiz renk cumbusu kiyafetler... Bu yerel giysiler bana  da bereden pancoya kadar en curetkar renk tercihlerimi yaptirdi yolculugumuz boyunca.




Seyahatimizin ilk duragi baskent Lima, aktarma yaptigimiz Sao Paolo`dan sonra ulkeye giris noktamiz oldu. Sehir bir liman kenti olarak Ispanyollar tarafindan 16. yy’in ilk yarisinda kurulmus. Inka ganimetini elde ettikleri donemin baskenti Cusco ise yuksek rakimiyla ic kisimda, iki ila uc ay arasinda at surus mesafesinde… Bu yuzden Inka`lardan elde edilen ganimetlerin depolanip Ispanya`ya goturulmesi icin yoktan var etmeleri gereken bir sehir ihtiyaci ortaya cikmis ve bu vesileyle liman kenti kurulmus. Bugun on bir milyon nufusuyla Peru`nun en kalabalik kenti olan Lima, Guney Amerika`nin suc orani en yuksek ikinci baskenti. Buna istinaden, limitli gun sayisinida hesaba katarak Lima`yi transit gecerek Cusco`ya ucmak bizim icin zor bir karar olmadi.




Fakat bu tercihimiz potansiyel bir sikintiyi da beraberinde getirdi; rakim cok hizli bir sekilde degisicekti ve bu durum vucudun kendisini hazirlayamamasi demekti. Bizden once bolgeyi gezmis dagci bir arkadasimin onerisiyle yuksek rakim rahatsizliginin etkilerini azalticak bir hap aldik. Fakat vardiktan sonra tabiatin kendi ilacini sundugunu ogrendik. Koka yapragi cignemek yuksek rakimin etkilerini minimumda yasamanizi sagliyor. Hatta bunu nasil alacaginiz size kalmis, dilerseniz koka cayi icin kahvaltida, dilerseniz koka yapragini direkt cigneyin ya da pastilini emin. Merak buyurmadan soyleyeyim, tonlarca yaprakla ancak bir kilo kokain yapilabildigini dusunursek surekli kafaniz guzel gezmiyorsunuz cayini icerek. Soguk ve yuksek rakimda yetisen koka, doganin insanogluna verdigi zahmete oteki taraftan mucadelesinde verdigi destek gibi. Yerli halk surekli yaninda yapragi bulundurup cignemekte gun boyu.



Doganin kendisinin caresiyle birlikte geliyor olusunun baska bir ornegini daha evvel farketmistim.Yillar once Filipinler`in Palawan adasindaki tatilde gunes carpmasi benzeri semptomlarla rahatsizlanmistim. Gun boyu bir nevi geri donusum olan malum eyleme (istifra) maruz kalmis, ertesi gunu de hamakta gecirmekle lanetlenmistim. Kagit uzerinde Pasifik Okyanusu’nu izlerken hamakta sallaniyor olmak lanet gibi gorunmeyebilir. Ancak ada ve cevresi o kadar renkliydi ki kendimi bir hamaga sabitlemek vakit kaybiymis gibi hissettiriyordu. Kissadan hisse, adanin kalbi olan El Nido`nun en populer plaj barini isleten Fransiz cift halimi gorur gormez elime bir cift muz tutusturdular. Hatirladigim kadariyla kendime gelmem sadece yarim saat surmustu. Zira muz, yerel halkin gunes carpmalarina karsi ezelden beri tatbik ettigi bir yontemmis ve  zengin potasyumuyla vakalarin dermaniymis.



Neyse biz Inka kulturuyle ilk flortlesmelerimizin baslangicina, Peru`ya geri donelim. Esasen Inka kulturu, kendisinden once gelen dort ana medeniyet ve nispeten daha kucuk irili ufakli kurulup kisa surede yok olan medeniyetlerin birikiminden dogan, en buyuk sinirlara ve fazla sayida insana nufuz eden baskin kultur. Inka devleti Ispanyol fethi baslamadan onceki en parlak yillarinda on milyon nufusa ulasmis. Ancak benim de oraya gidince ogrendigim bir nuans mevcut; bu on milyon insanin tamami Inka degil, devletin boyundurugu altinda yasayan ve cogunlugunu resmi dil olan Quechua`yi konusan Quechuanlar olusturuyor.



Inka, yerel dilde "yonetici" ya da 'kural koyucu' anlamina gelmekte. Yukarida belirttigim gibi esasinda Inkalar toplumun kucuk bir kesimini olusturan varlikli ve yonetici azinlikmis. Yazi dilleri olmadigi icin haklarinda cogu tumevarim tahminlerden olusmaktaymis. On milyonluk nufusun yalnizca otuz bin kisilik kisminin Inkalardan olustugu tahmin ediliyor. Tanrilara yakin olabilmek icin bu tebaanin evleri ve mezarlari hep ciftci sinifindan daha yukarida, tepelerin zirvelerine insa edilmis. Mezarlarina ne kadar degerli oldugunun farkinda olmadiklari gumus ve altin takilariyla sonsuz hayati da gorkemli yasayacaklarini umarak gomulmusler. Ancak bu durum, Ispanyollarin o ganimetleri yagmalamasina engel olmamis ve dunya mali yine dunyada kalmis.




Bekledigimden uzun oldugu icin Peru yazimi musadenizle ikiye boluyorum. Sonraki bolumde Machu Picchu ve diger Inka sehirlerini anlatacagim. Bunun yaninda yerel halkla ilgili, bizi surekli pozitif yonde sasirtan konulardan bahsedecegim fakat burada son zamanlarda uzerinde cok dusunur oldugum ve fotograflara bakarken iyice aciga cikan bir dusunceden bahsetmek istiyorum.





Yasam perspektifimin konuyu bir kosesinden yakalayan kisimini burada paylasmak isterim. Yasiniz ilerledikce degisim konusunda ziyadesiyle muhafazakarlasiyorsunuz, burasi kesin. Tercih filtreleriniz iyice sikilasiyor. Belki de bizi tercihlerimiz konusunda muhafazakarlastiran, belirlenmis opsiyonlar arasinda tercih yapmaya zorlayan, sistemin zaman icinde filizlendirip buyuttugu tekduzeligi yucelten ve alternatifleri dislamaya meyledenin kalabaliklari arasinda kayboldugumuz buyuk sehirlerdeki yasam duzeni olabilecegini dusundum. Esasinda en ozgur sekilde yasayabilecegimizi farzettigimiz buyuk sehir hayati bizi asil yozlastiran tercih olabilir mi?Bunu sadece giyim kusam olarak degil, hayat perspektifiniz ve gundelik insan iliskileriniz acisindan da bir sorgulayin. Baskin ve domine bir kultur ya da sistem, uyum saglamayi tercih ederseniz ancak sizi icine alan ve donusturen. Yoksa teslim olmadiginiz vakit ancak alternatif profil olarak varolabilceginiz ancak sizi yargilayacak, yoracak ve icine tam olarak almayacak. Burada tabi inkar edemeyecegim bir dip not var; bazi buyuk sehirler, Berlin gibi, alternatif kulturlerin yasamasi icin daha elverisli sekilde evrilmis bir sehir yasantisi yapisina sahip.Ancak az sayidaki alternatif icin sorumu geri cekmeyecegim.

22 Şubat 2018 Perşembe

Seyahatname I - Roma -

Bu yazı serisi sadece gördüğüm yerlerin görsel zenginliği ya da hediyelik esya dükkanlarındaki magnetlerin fiyatları ile ilgili olmayacak. O coğrafyanın tarihindeki ilgimi ceken hikayeleri de araya katarak harmanlayacağım.

Tarihin kendi adıma en ilgi çekici periyodu olan Roma İmparatorlugu Dönemi, ozellikle MÖ 65'te baslayıp 4.yüzyıla kadar giden kısım, o gunku bilinen dünya haritasına şekil veren dönemdir. Yıkıldıktan sonraki bin yılın, yani rönesansa kadar ki periyodun "karanlık çağ" olarak adlandırılması zaten imparatorluğun hikayesini kendi başına ilginç kılıyor. Yokluklarında Avrupa din savaşları, salgın hastalık(veba), arap istilası ve kıtlık gibi sorunlarla bogusur, büyük kitlesel ölümler gerçekleşir. 

Roma'da birkac yıl öncesine kadar Kolezyum'un ortasındaki yeraltı kısmına (hypogeum) turistlerin girmesine izin veriliyordu ancak yıldan yıla anı olarak parçalar alınması vesilesiyle erozyona ugrayınca özel izne tabi oldu. Sadece on yılda inşaa edilmesine rağmen bin dokuz yüz elli yıldır ayakta kalmayı başarabilen Kolezyum'un da tükenişini görmek belki bizim nesile düşer. Nasıl ki 7000 yıllık Avustralya'da ki mercan kayalıkların resmi ölüm haberini almak bize düştüyse. İlgilisine ek bilgi, Çin Seddi ile ilgi yanlış bir şehir efsanesi vardır Gezegen'e dışardan bakılırken görülebildiğine dair, işte bu Avustralya Mercan Kayalıkları için gecerlidir.


1747 yılında Panini tarafından yapılan "View of Colosseum", Kolezyum temalı tablolar içinde en çok beğendiğimi paylaşmak istedim.

Roma sokaklarında kaybolmak bende ziyadesiyle zaman tüneli etkisi yarattı demek isterdim ancak bu kadar turist yoğun şehirlerde hayal gücünüz bile sizi o tünele sokmaya yeterli olmuyor. İspanyol merdivenleri, Pantheon, Navona Meydanı(Piazza Navona), Dilek Çeşmesi( Trevi Fountain -zaten Türkçesini yazarken ihanet ediyor gibi hissettim) ve Sant'Angelo Kalesi(burası kesin görülmeli, kendisi ve surlarından şehir ve kanal manzarasının albenisi çok yüksek) oncelikli gorulmesi gerekli yerler, zaten rastgele secilmis bir forum ya da seyahat sitesi de bunlari onericektir size.

Cebimde biriktirdiğim çok fazla hikayesi var Roma`nin. Ancak yine kolezyum üzerinden gidersek, henüz Semavi dinlerden Jerusalem (Kudüs) menşeili Hristiyanlik ( buyuk olcude guncelleme inmis Musevilik oldugu kanisindayim, farkli surum) yeni taraftar toplama dönemindeyken, Roma`nin ilk imparatoru, Agustos ayına adını vermiş olan Augustus ya da eşinin soyundan gelenler tarafından yönetilmekteydi. Elde güçlü tek tanrılı din yerine pagan kültürüne dayalı çok tanrılı din olduğu için Roma İmparatorları, Kolezyum'daki oyunları halkın "birikmiş isyanını" başlamadan bastırmak için sakinlestirici olarak kullanır, kozları farklıdır. İşte bu imparatorlardan biri olan Neron`un validesi Agripinna, iki önceki İmparator Caligula'nın kız kardeşi, evvel ki İmparator Claudius'un ise eşidir. Bu evlilik , ideal kategorisinde olması zor olanlardan zira Agripinna, çok genç olmasına rağmen oğlu Neron'un imparator olabilmesi için eşi Claudius'u zehirlediği genel kabul gören senaryo. Belki o dönem ki ortalama yaşam süresinin çok üzerinde bir yaşta olan Claudius'un(63) doğal ölümünü beklenebilirdi ancak O'nun ilk evliliğinden olan biyolojik oğlu Britannucus'un bizzat taht için hazırlanıyor oluşu onu bir Lannister kadını(https://tinyurl.com/yao6yaqa) gibi davranmaya itmiştir. Hanedan soyundan gelen güçlü, ihtiraslı bir kadının neler yapabileceğinin örneğidir Agripinna, emeline MS 54'te ulaşır, imparatorla biyolojik bağı olmayan Nero'yu(17) tahta oturtur.


Agripinna'nın oglu İmparator Neron'a tac takarken ki anını bizler için iki bin yıl sonraya tasiyan heykeli Aydın Afrodisias Müze'sinde görebilirsiniz.

Genç yaşta arkasında güçlü bir anne, yanında büyük bir akıl hocası Seneca'yı(tarihçi/filozof) bulan Neron'un döneminin ilk yılları toplum açısından huzurlu, imparatorluk açısından verimli geçer. Ancak ardından beklendik son gelir, Neron güçlenir, kendi ayakları üstünde durmaya başlar, kendisine her konuda komut veren validesi fazlalık olmaya başlar. Burada aralarinin acilmasina yol acan bir bosanma hikayesi de vardi esasinda. Neron, Britannicus`un kiz kardesi ile evlidir, yani Kutsal Claudius ile kan bagi olan gelinden bosanilmasi, tahttaki akimiyetlerini sarsacaktir. Ustelik Neron, hemen sonrasinda kendisinden 6 yas buyuk, kotu bir nami olan bir es secmistir kendisine. Bunun yaninda Agripinna için artık söz sahibi olamamak kabul edilebilicek bir durum değildir. Tarihçi Tacitus bu dönemde Agripinna'nın desteğini daha genc ve biyolojik veliaht Britannucus'a yönelttiğini yazar. Tabi ki bu O'nun için "dönülmez akşamın ufku" olucaktır. 

Bir akşam yemeğinde, kalabalık bir sofrada, Brittanicus zehirlenir, yere devrilir. İçiceğinin fazla sıcak olduğunu söylemiş, serinletilmesi için mutfağa geri göndermiştir, geriye zehirli döner. Rivayet odur ki Neron herkese yemeğe devam etmelerini söyler, zaten üvey kardeşinin midesinden ciddi rahatsızlığı olduğundan dert yanar ziyafetin devamında. Ancak veliahtın ölümü Neron için yeterli olmamıştır, perde arkasındaki annesini ortadan kaldirmasi gerekmektedir. O`nun bindiği gemiyi sabote eder ve batırır, eski toprak Agripinna kurtulur. Roma'nın dışındaki evlerinden birine sığınır. Hemen lobiye başlar ancak sağ olduğu haberi Neron'a ulaşır. Özel timini yollar,  yatağında öz annesini, Agripinna'yı öldürtür. 


Agripinna'nın hikayesi kendisinden 1650 yıl sonra yaşayan Alman Kompozitör Handel tarafından 1710 senesinde operalaştırılır. Kesin olan böyle bir hikayenin her sanat dalına ilham olabileceği


Konunun başına dönersek, ilk yönetim yılları gibi başarılı olmayan bu periyodda Neron, halihazırda güç zehirlenmesi yaşamaktaydı, akıl danışmanlarını da pasifize etmişti. Britanya ve Yahudi Devleti isyanları, Roma içinde Agripinna suikastleri ve kötüleşen ekonomiyle beraber Neron'u sıkıştırıyordu. Hükümdarlığının ömrünü uzatansa halka kan kokusu vermek oldu, uzun suren Kolezyum Oyunları vesilesiyle nefes alabildi ancak veklenen son geldiğinde, henüz otuz yaşında iken güçlenen parlamentonun idam tehdidi altında zorunlu olarak intihar etti. Ordunun da desteğini kaybetmiş hükümdar tahtta daha fazla kalamazdı. Üstelik yine yanliş bilinen bir şehir efsanesi olarak Roma'yı yakmamış olsa dahi. En fazla etkisi, o sırada şehrin dışında yazlık evinde olduğu için büyük müdahelenin geç yapılmasına vesile olması olabilir. 

Roma'ya giderseniz mutlaka espressonuzu içerken tramisu yiyin kaşifliğini geçtim, merkezini bu şehir yapan imparatorluğun inşaa ettiği yollar ve kanallarla ilgili harita bile görkemini tek başına anlatmaya yeterli. MS 125'e ait harita


Şehri keşfederken tarihi ve sanatı hakkında fikir ve bilgi sahibi olmak tadından yenmez bir hissiyat. Asyalı turist misali neon ışıklı tabelalara ve her çeşme başına kadar fotoğraf çekmek yerine şehirin gerçekten içine girmenin tek yolu. Roma ile aklımda kalan bir diğer enstantane, sokak müzisyenleri. Herbirinin şapkasına penileri(madeni euro paraları) bırakıp yanlarından ayrılırken bana hata yapıyormusum da pişman olucakmışım hissiyatı veren isimsiz Vivaldi'ler, Verdi'ler, Bocelli'ler. 


Yazının son kıtasında Karacaoğlan kendini gösterir. Fotograf SantAngelo kalesinin surlarında çekilmişti. Şehir merkezinde, hemen kanalın yanında bitmiş bir kale. Roma okumaya devam edicem, beni bu zamandan soyutlucak ya da kendi zamanının ötesine götürücek duymadığım çok hikayesi olduğuna eminim. 

Not: Sonraki yazım Belçika tuzerine olucak. Waterloo'ya istinaden belli bir dozajda Napeleon da içericek, şimdilik bu kadar. 


5 Aralık 2016 Pazartesi

Ay Kız/ Gunes Adam

                                                     

Varolan duzen ne zaman kadın aleyhine dönmüştü bu kadar?

Kadına verilen değer ve atfedilen görev tanımı ülkeler arasında büyük farklılıklar gösteriyor olsa da bütün devletlerin cinsiyeti erkek (basbakanı kadın olan Almanya gibi ülkeler dahil). Maço bir dünyada yaşıyoruz ve kadınlar büyük bir varolma mücadelesi içindeler.

Dunyadaki kadim topluluklar aya taptıkları dönemde O'nun bir dişi oldugunu varsaymaktaydılar. Özellikle semavi dinlerin inmeye basladığı üç bin yıl öncesi aynı zamanda kadınların sahneyi erkeklere bırakmaya basladıgı donemlerdi. Dişi ay tanrısı gucunu yitirip erkek güneş parlamaya başlar. Öncesinde Eski Mısır'da Ay hava kararınca Güneş'i yutar ve şafak vakti tekrar doğururdu. Keltlerin(İrlanda yerlileri) pagan olduğu periyodda Ay'ın sonsuz geceyle Güneş'i tehdit ederek hükmettiğine inanılırdı. Peru'da İspanyollar katliam yapmadan 30 yıl önce gerçekleşen savaşta Ay Tanrıçalı Chimu krallığı Guneş'in Çocukları İnka'lara kaybetmiş, Meksika'da denizlerin hanımefendisi ve toprağın tanrıçası olan Ay artık sadece doğum ve hastalıklardan sorumluydu. Medeniyetin sembolü Eski Yunanda dahi Kralların kumaş parçalarından kendilerine sahte göğüs yaparak kraliçe kılığına girdikleri ve Tanrıça Ay'ı yücelttikleri törenler son bulmaktaydı.


Ne zaman ki maço dünya ziyadesiyle dominant olur, o zaman ilahiler agaclar, ay ve doğanın oyunları için değil savaşlardan galip çıkarak birçok insan katledebilmiş muzaffer komutanlar, din adamları ve azizler, tanrının kutsal çocukları için söylenmeye başlar. İnsanüstü savaş başarıları ya da pagan
döneminde söylense mitoloji diyeceğimiz semavi din hikayeleri konu edinilir. Artık emeğin bölünmesi gercekleşmiş, bütün ağır işler ve "iffet" kadının omuzlarında yük kalmış, bize birbirimizi yeterince öldürebilmek adına büyük imkan tanımıştır. Bunca emeğe rağmen kadınlar mülkiyet ve miras haklarından da mahrum bırakılmıslar, muhasabe diliyle erkegin "maddi duran varlıklarına" dahil edilmişlerdir.

Cicero; Sezar dönemi Roma İmparatorlugu'nun (MO 106-43) bilgelerinden, hatta görüşleri tüm zamanların en çok kabul görenlerinden
  • Sahip olduğundan fazlasını istemeyen insan zengindir.
  • Kötü bir barış her zaman haklı bir savaştan iyidir.
  • İçinde kitap oImayan bir oda ruhsuz bir beden gibidir
Bu kadar `bilge` biri dahi konu kadinlara gelince su sozleri sarfedebiliyor: `akil duzeylerinin dusuklugunden oturu kadinlarin mutlaka erkek bir koruyucunun tahkkumu altinda olmasi gerekir` Tam da bu yuzden kadin Roma`da bile kadinlar bir ekegin elinden vefatiyla beraber baska bir erkegin eline geciyorlardi. Babalar kizlarini borc ya da mal karsiliginda damada teslim ediyolardi. Zaten koleler isin zevk ve cinsellik kisminda butun ihtiyaci karsilamaktaydi, bu noktada onemli miras ve ceyiz olmaktaydi. Ben Cicero`yu su hemen sol tarafa birakiyorum, siz dilediginizce linc edebilirsiniz.

Antik Yunan medeniyeti  filozoflarindan aslen Uskup`lu olan Aristo soyle dusunurdu ki: kadinlarin erkeklere gore daha az disleri ve daha kucuk beyinleri var, regl donemi ise ugursuzluk getirir. Zaten tanrilar tanrisi Zeus da atesi tanrilardan calip insanogluna veren Prometeus`u ve onlari cezalandirmak!! adina hediye olarak ilk kadini yaratir. Prometeus`un kardesi Epimetheusla evlendirir. Yaratilan bu kadin kutusunun icinde musibet ve talihsizliklerle gelen Pandora idi.Tabiki kadin kutuyu acar ve insanoglu kaosa sureklenir ilk kadinla birlikte, aynen Havva`nin dayanamayip elmayi isirmasi ve Adem`e uzatmasi gibi.

Ibranilerde regl goren kadin yedi gun yedi gece kirli kabul edilirdi, her kim uyudugu yataga dokunsa dahi ayni sekilde kirlenirdi. Bu vebali muamelesi kiz cocugu doguran kadin icin de gecerliydi, tabi bu sefer dozaji artirarak, 80 gun kirli kalirdi cicegi burnunda anne.

En son ornek olarak en sertini saklamak istedim. Mitra bugun itibariyle Tanridir. Babil ve Pers diyarindaki muadilleri Tanrica`yken tam donemi bilinmeyen bir gecisle Tanri olmustur. Erkek egemen Hint kulturunde eski donemlerde dul kadin, vefat etmis kocasinin cesedinin yandigi atese atilirdi diger esyalariyla beraber. Tabi o donemlerde butun Hint alt kulturlerinde gecerli bir seromono olmasada varolmus olmasi dahi kadinin toplumda kendine edinemedigi hakedilmis yeri gostermek acisindan onemli bir done.

Bu konuda tabiki yazicak cok sey var ama ben daha cok terazinin dengesinin ilk kayboldugu donemlerdeki ornekleri ve carpikliklari yazmak istedim. Bir sonraki yazida bu gidisata cesur bir direnis gosteren Dogu Romali (Bizans) Theodora ve Hypatia`nin hikayelerini yazicam.











6 Haziran 2016 Pazartesi

                           Ah Sapiens Vah Sapiens!



Dunyanin en buyuk soykirimcisi Sapiens`lerin (daha baslangicta kuzenlerimiz olan Neandertal ve Denisovalar) bugun ulastigi beyinsel evrim! duzeyinde atladigi en onemli noktalardan biri; kendimizi ve yaptigimiz isi gereginden fazla onemsiyoruz. Bu ozellikle beyaz yakali ofis sapiensleri icin daha buyuk bir gerceklik. Sirketi adina yaptigi satisla ovunur, patronunun buyuyen kar rasyolariyla ovunur, onceden milyon kisinin milyon kez tekrar ettigini yapmakla koltuk kabartir. Sanirim su anda elde ettigimiz `basarilarin` hicbiri global isinmanin hizini dusurmuyor ya da yagmur ormanlarini kurtarmiyor. Bugune kadar yasamis insanlarin yarisinin olumunden sorumlu sitmaya care geldigini ya da 14. yy vebasinda oldugu gibi caresizlik icinde piyango kime vurucak diye baktigimiz kansere de care oldugunu sanmiyorum.

Hikaye bizim `Ana` kitamiz Afrika`yi terketmemizle baslar, bizden onceki Avrupa yerlesikleri birinci kusak kuzen Neandertallar ve Asya kitasi yerlesikleri Denisova`larin soyunu kirmamizla devam eder. Yeni neolitik doneme gelinip yerlesik hayata gecilmeye baslandigi 10 bin yil oncesinde artik sahnede bir tek bizim irk calmistir, Cro-Magnonlar. Buraya kadar guzel kirdik, gecirdik ve evrildik. Bundan sonrasi sadece fiziki ya da iletisimsel degil, siddet meyili evrimiyle de devam eder. Ilk koy-kasabalarin ortaya cikisi hemen beraberinde ilk savaslari ortaya cikarir. Daha guzel cografya, daha bereketli toprak anlamina gelmekteydi ama o yazidan onceki savaslarda bile bu kadar masum nedenler yoktu. Misal tarihin ilk yazili antlasmasi olan Kades`e giden surec Hitit Prensesi`nin Misirla Prensle evlenmek uzere giderken yolda Misirlilar tarafindan oldurulmesi olarak gozukse de hakikat bereketli Suriye topraklarinin (ki o zamanki Suriye Lubnan, Urdun, Filistin ve Israil`i de icerir) paylasilmasi konusundaki rekabetten cikmaktaydi. Neyse `baris`in iyisi kotusu olmaz, II. Ramses ve Hattusili arasinda yapilan sozlesme hala Birlesmis Milletler New York Ofisi`nin girisinde sergilenmektedir.




   Konu cok genis ama ozunden uzaklasmak istemiyorum. Semavi dinlerden herhangi birine karsi bir inanc baginiz var ise, bunu yine hayatinizin odak noktasina koyarsiniz. Bu konum, buyuk oranda elestiriye ve yoruma kapalidir, en azindan elestirel olanlarina. Mensubu oldugunuz dine karsi disaridan bir saldiri oldugunda, sizinle ayni dine inanan diger kisilerle beraber yek vucut olursunuz, esnekligi olmayan konu elestiri ya da sorgu kabul etmiyorken curetkar hareketlerden kacininiz.

    Misal; muslumanlar icin on bir ayin sultani `Ramazan` ayi icerisindeyiz. Gun dogumuyla beraber bedene herhangi bir gida urunu alinmamaya baslicak, kufur edilmicek, baskasiyla ilgili abdest bozucak fikirler kafada donmucek, ta ki gunes batimina kadar. Bedensel terbiye ile birlikte zihinsel terbiye de tutulan orucun bir parcasidir. Buradan bakinca insanlik icin bir cesit meditasyon niteliginde gayet irade artirici bir eylem gibi duruyor. Velhasil oruc tutan birisine siz bunun Sabii`likten gelen bir pratik oldugunu, gunesin hareketlerine gore baslayip bitmesinin nedenin yine Sabiilik`teki bas Tanri figurunun Gunes olmasindan kaynaklandigini anlatmaniz zor. Kur`an da dahi adi gecen bir inanc sistemi olmasina ragmen bilgi ve dusunceleriniz, Islam inancina sahip birinin koruma kalkanlarina carparak geri donmesi muhtemel. Kendisine kitap inmeden once Hz Muhammed Peygamber`in de dahil oldugu Sabii inancinda Ay tanrisina yapilmis bir ibadethane, onlarin Kabe`si mevcut. Bu ibadethaneye yilda bir kez giderek etrafinda tavaf edenler haci sifati aliyor. Kabe`nin sozluk anlamlarindan biri olan dortgen seklindedir. Yilin bir ayi oruc tutuluyor. Melekler ve peygamberleri var. Nuh ve Ibrahim Peygamberler var misal, Ozellik Ibrahim Peygamber`in ozel bir yeri var. Her ne kadar sonradan Ibrahim Peygamber Gunes ve Ay`in her gun battigini gorup Kur`anla beraber Tanri`sini degistirdigi soylense de bu metinler sonradan dahil olmus gibi.  Tabii ki Ibrahim Peygamber oldugu icin kurban ritueli de mevcut. Benzerlikler abdest almaktan tutun ahlaki normlar kadar uzuyor, konunun disina cikmamak icin uzatmicam. Kur`an, uc semavi dinden de daha eski bir inanc sistemi olan Sabiilik`le bu kadar paralellik gosterirken yapicaginiz her yorum ya da tumevarim sizi hedef haline getirir. Ben de yorumu su noktada size birakicam cunku benzerliklerin detaylarina inmeye devam edersem konudan ziyadesiyle uzaklasmis olucaz.

    Kendi adima beynim gorece gelisme gosterdikten sonra en saglikli ruh halinin, herhangi bir konunun, ideolojinin ya da varligin fanatigi olmamaktan gectigini farkettim. Boylece buyuk daglanmalar yasamadan olaylari objektif degerlendirebilmeye daha yakin durmaya baslamistim. Tabi bu kendime donuk tespitlerim, tutarli da olmayabilir ama kesin olan ic huzuru yakalamis olmam. Boylece kavramlara, olaylara, kisilere ya da varliklara gereginden fazla onem vermiyorum.

   Herkesin dini akla en yatkin olanidir, herkesin cocugu digerlerinden cok farkli ve ozeldir, herkes kebabin en iyisi nerede yenir bilir, tuttugu takim en buyugudur digerlerinin fasa fisolari vardir. En iyi tatile biz gideriz, en iyi arabadan biz anlariz, en iyi yatirimi biz yapariz, en buyuk oyunlari biz gorup bozariz.





  Bence yapabilceklerimizin en iyisini bu zamana kadar yapmisiz. Bu saatten sonra olucak hersey boburlenmeden ya da ici bos kibirden oteye gecmez. Ne eski donem her bok-ologlari gibi adamlar (Da Vinci) cikartabiliyoruz artik, ne dogal guzelliklere sahip cikabiliyoruz, ne yasanabilir kentler kuruyoruz ne de omru kisalmakta olan gezegeni kurtaricak efektif bir calismada bulunabiliyoruz. Bugun hala Indus Vadisi`ndeki gibi bir sehirlesme ve yasam duzeni olusturamadik. Isadan once 2500 dolaylarinda mukemmel kanalizasyon sistemleri dahi olan, meslek erbaplarinin yogunlastiklari bolgelere gore olusturulan bloklardan ortaya cikmis bir kent devleti, Harappa. Bugun ki Hindistan ile Pakistan`in arasinda kalan Punjab bolgesinde kurulmus, 19 yy`a kadar da tam 4400 yil kadar mimari olarak uzerine cikilamadigi ongorulen kent. 1920`lere kadar sadece Milattan Once 5-6.yy dan itibaren varoldugu ongoruluyordu, sebebi de ilk kasifinin Buyuk Iskender olmasiydi. Terkedilmis olarak buldugu ustun bir kent onu muhakkak cok sasirtmistir Bu nedenle tarihinin arastirilmasini istemis. O kesfettiginde kent zaten yaklasik bin yildir bos durmaktaydi. Sebebi, surekli tasan Indus Nehri midir yoksa MO 1500 dolaylarindaki Ari akinlari mi bilinmez ancak varolan gercek kent kullanilabilir durumdayken sakinlerini kaybetmisti. Yazi dilini cozmeye hala cok uzak oldugumuz icin bol soru isaretli olarak gelecekte aydinlanmayi bekleyen konulardan biridir. Bizim konumuza donersek, bu ileri medeniyet seviyesine 4500 yil once ulasmis bolge de bugun cehalete ovgu kapsaminda malesef ki sefalet-suc-yobazlik bolgenin iliklerini islemis. Kekin tabanini da cehalet olusturuyor. Su an ki tabloya bakildiginda tunel sonsuza gidiyor, ucunda gorucek bir isik da yok. En cok o bolgenin kadinlari ve cocuklari icin endiseleniyorum.

  Gelinen noktada Sapiens dedimiz benim de dahil oldugum suru durmadan ureyerek sonun baslangici olmayi basardi. Gezegende varolan beseri kaynaklar asgari kalitede saglikli bir hayat icin sadece 3.5 milyar kisilik yer var derken biz 8 milyara yaklasmaktayiz. Fosil bazli yakitlarin bizi surdugu ucurumu bilmemize ragmen hala petrolun varili neden 50$`in altinda diye tartismaktayiz.


   Gittikce kotuye giden ortamda plaza insanlarinin(ben dahil) ovundugu ya da kibirlendigi noktalar ilerde belki bir gun fikra olarak anlatilir. Bugun kara mizah olarak duruyor. Dunyayi kurtarmisiz gibi duzenlenen Linkedin sayfamiza bakarak ne kadar koltuk kabartsak azdir ancak bu tiyatronun seyircileri de bu profilden. Kendimize bir iyilik yapin, dogaya karisin. Bu haftasonu yuruyus yapabileceginiz bir kanyon bulun kendinize. Topragin bir parcasiydik, gidin yine dogaya karisini, derin nefes alin ve aysonu butce hedeflerinin dunyayi kurtarmiyacagini bilerek ptesi ofisinize donun, saygilar...

 

 

 

 



13 Mayıs 2016 Cuma



                                                 

                            Hayal Bol, Çaba Noksan



  Bütün kültürleri bilmek gibi bir şansım yok velhasıl bahis oynayabilecek kadar emin olduğum bir konu var ki o da doğduğum topraklarda `atalet`in en yaygın huylardan biri olduğudur. Ataletin kelime anlamını açıklamak gerekir ise, en basit tesbih `üzerinde ölü toprağı olması` olur. Yapman gereken şeyi bilirsin ancak buna gerçekleştirmene engel olan omuzlarında 102 groston ağırlık vardır, çaresiz !? yapamıyorsundur. Tembelliğin mutasyon görmüşü olan atalet, bence herşeyi yapmaya muktedir insanoğlu için en büyük engel, bunu kırabilen insanlara da imrenerek baktığımız kesin.

Bunlardan bazıları Da Vinci gibi zekası, icatları ve yaratıcılığıyla hepimizi sıradan ve aşağılık hissettiren her bokologlar(bir adam aynı anda mimar, bilim adamı, astrolog, heykeltraş, ressam, mucit, kaşif olursa alacağı sıfat), bazıları ise yakın çevremiz ya da yakın çevremiz vesilesiyle hikâyesini öğrendiğimiz daha gerçek kişiler. İkinci sınıfa girenleri daha net açıklarsak, hobisini ise dönüştürmeyi başarmış, hayatta tutkularını takip ederek yüzde 95`imizin erişemediği saadet seviyesine ulaşmış profiller. Ortalama bir profil iseniz, mezun olduğunuz bölümle alakadar (ki üniversiteye girişte ne kadar şuurlu tercihler yaptığımızı burada tartışmayacağım, çoğumuzun derdi kapak atmaktı) bir işe girip her gün mutsuz uyanmakla yıl kotanızı doldurur, toplumun beklediği sırayla; düzenli / sigortalı iş bulma - aile kurma / üreme - emeklilik / Ayvalık`a yerleşme ritüelini yerine getirir, size verilen sürenin sonunda da sahneden çekilirsiniz. Hatırlanacak 3-5 güzel anı da teselli ikramiyesi olur.

Konuya ataleti kırmak üzerinden gitmek istemiyorum aslında çoğumuzun içinde olan ve farkında olduğumuz huy, sadece bizden daha az tembel birkaç adamın ufak hikâyelerini ya da yarattıklarını paylaşmak isterim sizlerle.


Üstteki fotoğrafta gördüğünüz beyefendi George Philipp Telemann. Asurluların yaptığı ve tarihte ilk* olarak kabul gören müzik eserinden, günümüzde Kanye West`lerin Rıhanna`ların eline düşene kadar geçen müzikal periyotta kimse onun kadar üretmedi / üretemedi. Yaşadığı dönem için 86 yıl gibi cüretkâr bir süre hayatta kalmış olabilir ancak yine de 800`den fazla eser üretebilmek, yani 800 tane harmoniyi yoktan varetmek şahsen benim aklımın alabileceği bir şey değil. İlk operasını 12 yaşında besteleyerek kolları sıvamış -ki ben 12 yaşımda boş kaleye topu gönderirken zorlanan bir adamdım- o yüzden kendim üzerinden kıyas işini bir kenara bırakarak asıl noktaya geliyorum. Sayın GPT yaşadığı dönemin en spektekülar hukuk fakültesi olan Leipzig`i hem de çok iyi bir dereceyle bitirdi. Zaten ailesinin de `hepimizinin ki` gibi O`ndan beklentisi büyüktü. Babasının süratini düşünemiyorum mezuniyet sonrası elde diploma;
-Baba ben avukat olmak istemiyorum çalgı cengi işlerine gireceğim
dediğinde...

Dediğini de yaptı, üstelik döneminin en büyüğü olarak anılamamasının tek nedeni de yine diğer `en büyüklerle` aynı dönemde yaşamış olmasıydı; yakın arkadaşı ve oğlunun isim babası Bach ile Handel. Yalnız Almanya`nın toprakları müzikal açıdan baya bereketliymiş o dönem, incelenmeli.


Bu seferki misafirimiz olan güleç beyefendinin ismi Sean Swarner ama siz ona kısaca `helal be adam` diyebilirsiniz. Hak edecek ne mi yaptı? Bu sefer ki yazgıyı !? bozma hikâyesi ABD`den. Beyefendi iki defa kansere yakalanır, ikisi de farklı tür ama kurtuluş şansı çok düşük olanlardan. Hatta ikincisinde tümör nasıl olduysa kontrollere rağmen gözden kaçmış ve golf topu büyüklüğüne ulaşmıştır. Doktorlar 2 hafta ile 1 ay arası ömür biçerler. Kansere orta parmağını gösterir, iki meydan muharebesinden de galip çıkar, hayata geri dönüş yapar ya da zaten hepimizden çok hayat içinde olduğu için kazanmıştır. Sonraki 17 yıl ne mi yapar? Hayallerini takip eder, tırmanış eğitimi alır, dağcılığını geliştirir ve 7 kıtanın tümünde ki zirvelere tırmanış gerçekleştirir. Çünkü o çoktan zihindeki blokları kırmış, limitleri aşmıştır. En büyük ilham kaynaklarından olası hayat hikayesi ve belgeselini rahatlıkla bulabilirsiniz. Bence hepimiz müstakbel dertlerimizle baş etmek adına ona bir teşekkür borçluyuz.

Peki ya köklü politikacı / asker bir aileden gelen Fransız Eduard Manet`in resim tutkusu? Kendinde var olan yeteneği keşfetmesi sebebiyle mi direndi yoksa zaten sadece resim yapıyorken mi var oluyordu? Cevabı bilinmez ama hakikat şu ki kendisine sunulan garanti güzel hayat koşullarını elinin tersiyle itti, formaliteden girdiği askeri liyakatlar ve sınavlarda beklenmedik ! şekilde başarısız oldu, bürokrat olmak adına yapılan sınavda geçerli notu tutturamadı. Bir süre sonra ailesiyle arasına mesafe koyarak sanat üretmeye başladı, iyi ki de yaptı, tişikkirlir sipirmin!


 Aslında bu listeye o kadar çok yazacak isim var ki; en iyisi aklımdaki birkaç isimden şöyle bir kokteyl yapalım; gelmiş geçmiş en zeki adam olarak kabul gören Albert Einstein`ın 4 yaşında ancak ilk sesleri çıkarabilmesi ve okumayı herkesten geç sökebilmesi sonucu ailesi ve doktorları zekâ handikapı olduğuna karar vermişti, adam izafiyet teorisini hatta ışınlanmayı bulmaya giden sürece girip en zekimiz oldu. Lionell Messi küçük bir velet olarak altyapıda oynadığı dönemlerde ciddi bir kemik rahatsızlığı geçirdi. Beklenti futbolu bırakıp olabilitesi olan bir yola yönelmesiydi hazır genç iken, o hayallerini mesleğini ve takımını terk etmedi, bugün genel kanı kimsenin ayağına meşin yuvarlağın ondan daha çok yakışmadığı yönünde. Edward Allan Poe, yine ailesi tarafından asker olmaya zorlanmış bu mücadele sırasında gazeteye gönderdiği bir hikayesi ödül kazanıp (cüzi bir miktar) yayınlanınca ailesine karşı durabilme fırsatı kazanarak hepimizin bildiği öykü yazarı olma -ki türünün en iyilerinden olduğu kabul görür- yolunda ilerlemiştir.

İnsan tabiatı gereği kolayı seçmeye meyilli. Hepimizin belirli bir `güvenli alanı` var ve bu alanın dışına adım dahi atmaya cesaret edemiyoruz. Aslında bizi mutlu edecek şeyin ne olduğu tanısını koymamıza rağmen. Aslında bir anlamda yitip giden hayatlar, hem de kendi ellerimizle. Sabır, çaba, motivasyon, iştah, irade.. Her ne gerekiyorsa, hatta belki hepsinde bir parçadan oluşacak bir kokteyli içip yola koyulmak lazım, gerçekten son vagonu yakalayamamak var.

Sabır demişken bende de pek yoktur. Pannini yeteneğinin yanına ne kadar dozaj sabır eklemiş bilinmez ama biz 200 parça puzzle tamamlamayı gözümüzde büyütürken İtalyan ressam aşağıdaki gibi edebi bir eseri ortaya çıkarmış. Resmettiği yer Roma`da bir müze ve müzedeki tabloların detaylarına dikkat, beyin kılcallarını açan türden. (bkz: Pannini- Ancient Rome)


*Son olarak dördüncü paragrafta koyduğum yıldızın detayını veriyim konudan alakasız. Tarihteki ilk müzik eseri Asurlulara ait ki milattan önce 3400 dolaylarına ait olduğu kabul edilir. Eğer dinlemek isterseniz buradan buyrun;





5 Mayıs 2016 Perşembe



                           FIKIRLER SONMEZ (Terzi Fikri)


O`nun olum yildonumu olan 4 Mayis'ta bunlari yazip paylasmak isterdim sizlerle ancak talihsiz bir benzerliktir bizimkisi, onun mezar tasinda sag tarafa yazilan tarih benim icin sola koyulucak. O oldugu gun ben uzerinde 5 adet mum olan pastama dogru ufluyordum. Ne kadar aklimin erebildigi tartisilir ancak O`nun neler yaptigini sizleri ideolojiye bogmadan ve tarafsiz kalmaya calisaraktan anlatmaya calisicam.




Sonlarda soliceklerimi bastan soliyim; Kendisinin hayata, topluma ve esitlige bakis acisini uyesi oldugu partiler ve katildigi eylemlerin otesinde, %65 oy cogunluguyla secildigi Ordu/Fatsa belediye baskanligi vesilesiyle daha net gormus ve sadakatini fiilen de tecrube etmis olduk. Burada devrim denilebilicek bir yonetim orgutlenmesi gerceklestirip sadece birkac ay icinde buyuk degisiklikler yaratabildi.

Kalp solda atar, benim icin bu boyledir. Yine de tarafsiz kalarak yaptiklarinin iki yonunu de sizlerle paylasicam. Fikri Sonmez Gazi Mustafa Kemal`in vefat ettigi yil Fatsa`nin bir dag koyunde hayata geldi. Genclik yillarinda Isci Partisine uye olana dek siyasetin cok da icinde olmadi. Ancak Isci Partisine uye olusu, beraberinde Mahir Cayan ve yol arkadaslariyla olusan fikri yakinlasmasi, onun onemli toplumsal hadiselerde sol gorusten insanlarin yaninda on saflarda yer almasini sagladi. Gectigimiz hafta anayasamizda laikligin yer almamasi gerektigini beyan eden Meclis Baskani Ismail Kahraman ve onun yol arkadasi milli gorusculerin uzerine saldirdigi sol azinlik icindeydi. Neden cikmisti hadise? ABD deniz kuvvetlerine bagli 6. filo Istanbul Bogazina demirlemisti. Bu kimilerine gore Adnan Menderes yonetimi ve Marshall yardimlari ile baslayan Amerikan Mandaciliginin ulastigi uc nokta idi. Sol gorusten gruplar, dernekler ve partiler antiemperyalist bir yol izleyerek 2 yil boyunca farkli yollardan protesto ettiler, halkin geri kalaninda da bilinc uyandirmaya calistilar. Milli goruscu, gunumuz `Ilimli Islamcilari` baska bir deyisle `Kapitalist Muslumanlar`i ise 6. filoya karsi cikan butun solculari kafir ilan edip intikam almaya and icti. Bunun orgutlenmesini Islamci Bugun gazetesi vesilesiyle ve Camii hutbeleri ile gerceklestirdikten sonra kayip bilancosunu verecegim `Kanli Pazar`i gerceklestirdiler. 

KANLI PAZAR

Neden sol goruslu yurttaslar 2 yil boyunca, agirlikli olarak Beyoglu ve civari eglence merkezlerinde gordukleri ABD li askerlere karsi yipratma amacli eylemler yapmis ( uniformalari uzerine boya atmak gayet insancil ve makul olmus misal), ayrica toplu yuruyusler vesilesiyle emperyalizm konusunda ulkenin sessiz cogunlugunu bilgilendirmeye ya da hareketlendirmeye calismislardir? ABD`ye tepkililerdi, nedenleri de coktu: Kibris konusundaki tutumlari, Sovyetler bahanesiyle emperyalist hegamonyalari, Vietnam Savasi, somurgecilik vb bircok sebep. Burada ilginc olan nokta Islamcilarin kafir diye saldirdigi solcu kitle, Arap-Israil savasinda da Israil`e verilen destek sebebiyle Amerikan Yonetimine tepkisini gosteriyordu. Hani son yillarda Israil`e buyuk tepki olarak Coca Cola yerine Kola Turka icen kitle, bu noktada tarafsiz kalamayarak `yuh be kardesim!` derim. 

Kanli Pazar, 1969 yilinin Subat ayi 3. pazar gunu son Cuma hutbesi ve yeralti orgutlenmeleriyle `kafir` oldurmeye and icmis, 6. filoya 2 yildir yapilmakta olanlardan rahatsiz Islamci kitle ile sol goruslu gruplar arasinda cikan catismadir. 2 sol goruslu gencin oldurulmesi ve her iki taraftan toplam 200`den fazla kisinin yaralanmasiyla son bulur. Catismaya katilan taraflardan cogunlukla sol goruslu olanlar iceri alinir. Devlet `taraf`degildir, taraf `sol` oldukca. Nihayetinde antiemperyalist tepki kendi vatandaslarinin tepkisiyle son bulur. Geriye  kanli pazara ait meydan kavgasi goruntuleri ile Amerikali askerlerin Istanbul`da ki bar ve pavyonlardaki eglence goruntuleri kalir. Hatta genelevlerin onlar icin boyatildigi ve hic olmadigi kadar temiz tutuldugu soylenir.


Velhasil Fikri Sonmez icin 70`li yillar, artik ustalik mertebesine geldigi gecim kaynagi olan terzilik ve tutkuyla bagli oldugu ideolojisi arasinda git-gellerle gecer. Bu arada halihazirda henuz yas 18 iken evlenmis ve bir oglan babasi olmustur. Aslinda O`nun hikayesinin en can alici noktasi Belediye Baskanligi donemidir. Cunku bu ulke O`nun kadar ideolojisine bagli, antiemperyalist ve sahip olduklarini feda etmeye hazir aktivistler gormustu ancak fiilen bu ideolojinin yerel yonetimde nasil sonuclar verebilecegini kisa sureli de olsa Fikri Sonmez vesilesiyle tecrube etmis oldu.


Fatsa Belediye Baskanligi

78 yilinda zaten yatalak olarak odasindan idame ettirdigi gorevi sirasinda vefat eden CHP`li Baskan`dan sonra 79 secimlerinde % 65 gibi ezici bir cogunlukla dogdugu topraklar olan Ordu`nun Fatsa ilcesine Belediye Baskani olarak secildi.

Bu Ordu ili icin ilk sosyalist baskan demekti. Gerci sadece 8 ay surdu ve Temmuz 1980`de yonetimine bizzat Kenan Evren`in dahil oldugu bir askeri operasyon vesilesiyle koltugunu terketmek durumunda kaldi. Aslinda bu tasvir tam olarak gercegi anlatmaya yetmedi, Devlet Guvenlik Mahkemesi`ne cikartilarak alalacele kapali cezaevine konuldu. Bir daha da canli olarak cikamadi. Demir parmakliklar ardindaki 5. yilinda, aile ve yurt hasretine mi yoksa yapilan haksizliklara ya da daha otesi maruz kalinan iskencelere mi bilinmez, kalbine yorgun dustu, 47. yasinda kalp krizinden kaybettik, tarih 4.Mayis.1985. 

Peki 80 darbesi sonrasi, sadece kucuk bir ilcenin belediye baskani iken devletin basindaki Ordu Komutanini bu kadar kizdiricak n`apmis olabilirdi? Bunu Kenan Evren`den dinlersek soyle soylemekte:`Orada Terzi Fikri diye biri cikmis. Devlet benim diyor. Komite kurmus.Fatsa`yi o komite yonetiyor. Ne yapilip, yapilmayacaginin kararini halk veriyor. Veya halk adina o komite. Yani karari devlet vermiyor. Devlet otoritesi sifir. Devletin kanunlari Fatsa`da islemiyor.`

Bu noktada Fikri Sonmez`in kurdugu komitelerden bahsedelim. Bugun ornekler arasinda en saglikli isleyen model olarak gorulen Iskandinav Demokrasi`sinin kabul ettigi prensipler uzerinden gitmis, ilcesini bolgelere ayirip her bolge icin halk katiliminin oldugu komiteler kurmustur. Boylelikle alinacak kararlari halk tabanina yaymis, onlarin istiraki ve kararlara katikilariyla kendi ilcelerinin daha yasanilasi bir yer haline gelebilmesinin onunu acmistir. Iskandinavlar da gercek demokratik isleyisin ancak ve ancak, ulkeyi yoneten birkac yuz parlamenterin oldugu parlamentoda degil, tabana yayilmis, her kesimden halkin hem kararlara katilabildigi hem de hesap sorabildigi kucuk yerel yonetimler vesilesiyle mumkun olabilecegini savunur.

Fikri Sonmez, Fatsa`yi cografi ozelliklerine gore Fatsa`yi 11 bolgeye ayirir ve herbirinde halk katilimli komiteler olusturulur. Devletten sadece ilk secildiklerinde bir butce alirlar, bununla da sehrin tum yol ve cop sorunu ilk 2 hafta icinde cozulur. Sehrin diger bir buyuk sorunu, 70`li yillarin genel memleket sorunudur, yokluk ve karaborsacilar. Bu noktada silahli solcularin tehditli yola getirisleri mi yoksa karaborsacilarin bir anda insan vasfi kazanmalari bilinmez ancak findik uzerindeki karaborsa oyunlari bitirilir, uretici ustundeki kambur kalkar.

Yaptigi calismalara sehre giris cikislardaki sikintilar ve sadece 2 dar yol olmasi sebebiyle bu yonde devam eder. Tapu sahiplerini(yine ne sekilde ikna edildikleriyle ilgili supheler vardir velhasil sehirde sol orgute karsi saygiyla karisik korku hissiyati da mevcut) ikna eder ve sehre giris cikislarda ki yol alternatifini 5`e cikartir. Belediye calisanlarinin aylardir yatmayan maaslarini da o ilk gelen toplu butceden karsilar ve de kimse isten cikarilmaz.

Aslinda 8 ayda bu kadar cok sey yapabilmesi, bugun ki konjukturde bizleri hayrete dusurebilir, hele ki merkez yonetimden butce konusunda destek alamamasina ragmen. Tabi ki kararlari halkin aldigi, yonetilenin yonetime katildigi demokratik ortam, ulkeyi yoneten az sayidaki yoneticiden olusan kadroyu rahatsiz etti ve darbe gerceklesti. Sadece Fikri Sonmez iceri alinmadi, beraberinde 400 kisi daha iceri alindi. Hem de asker ve polisle gelen maskeli fasist munzevirlerin bir parmak isaretiyle gosterdigi herkesin hayati karartildi, `neden`siz ya da `ama`siz. Evren tarafindan yapilan operasyon oncesinde donemin Basbakani Suleyman Demirel ise `Corum`u birakin asil Fatsa`yi bakin diyerek o da aslinda maskeli munzevirler gibi parmagiyla isaret etmisti orduya Fatsa`yi. Asil Corum`u birakin dedigi cografyada ne mi olmustu? Alevi halka karsi etnik temizlik harekati `halk tabanli`. 58 alevi vatandas oldurulmus, yuzlercesi yaralanmis, binlercesi ise evlerini, ait olduklari topraklari birakarak sehri terketmek zorunda kalmislardi. Peki Fatsa`da n`olmustu da insanlarin canlarini kaybettikleri bir katliamdan gozumuzu kucuk bir ilceye cevirmek zorunda kalmistik? Iste burada cevabi okuyucuya birakiyorum. Bu arada ona `Terzi Fikri` sifatini donemin Tercuman Gazetesi takmisti. Bugunun havuz medyasindan farksizdi, amaci asagilamakti. tabiki Fikri Sonmez bunu bir iltifat olarak aldi, kendisine bugune kadar ekmek yediren meslegiyle gurur duyuyordu.



Neticede halkini seven, kendi ideolojisi dahilinde adil ve ozgurlukcu bir yonetim gostererek kucuk bir devrim yaratan bu adam, kalp krizinden mi oldu yoksa iskencede mi olduruldu bunu bilemeyiz cunku otoriteler otopsi yapilmamasini buyurmuslar. Oglu Naci Sonmez 2015 secimlerinde HDP`den milletvekili adayi oldu. Ailesi 2010 yilinda Kenan Evren aleyhine dava acti, neticelenmeden 98 yasinda hayatini kaybetti. Evren, Marmaris`in en guzel koylarinda hobileriyle ugrasarak cok guzel bir hayat yasadi. Geride bircok can kaybi ve travmatik anilarla dolu omur birakarak. Bu dunyada adalet var midir? Hayir, peki Fikri Sonmez gibi idealleri icin canlarini ortaya koyanlar hata mi ediyorlar? Benim hala cevap verebildigim bir soru degil.

Finali en azindan yureklere bir miktar su serpmek icin dansozlerle fotografini yayinladigim Amerikan Denizcilerinin sol gruplar tarafindan Bogaz`a dokuldugu fotograflarla yapmak istiyorum.




27 Nisan 2016 Çarşamba

                                        Cesitlemeler

Ofiste siradan bir gun. Ilk kahvemi icip uyku sersemligimden kismen kurtuldum. Zaten ulke gundemine soyle bir goz gezdirdikten sonra gozler aciliyor gayri-ihtiyari. Herhangi bir ulkenin bildigimiz anlamiyla 3. sayfa haberi seklinde bir politik gundemimiz ve daha kotusu gozle gorulur bir hizda kotulesmesine tanik oldugumuz bir sosyo-kulturel yapimiz var. Yani 80 milyon populasyonu barindiran koca cografyada guzel seylerin olusup yerlesmesi uzun zamanlar alirken toplumsal cozulme ve yozlasmanin, suca yatkinlik oraninin bu kadar hizli artabilmesini ne ile aciklayabiliriz bilmiyorum ancak kesin olan sey `civimiz cikti`.

Haftaya bugun dogum gunum, 4 Mayis. Hala pohpohlanmayi sevmekten kurtaramadim kendimi. Bir sekilde etrafimdaki insanlar benim icin o gun toplassinlar, `iyi ki dogdu`mu, benim icin `nice yaslar` olucagini ve bunu `sevdiklerimle beraber gecirecegimi` soylesinler istiyorum. Gercekten gelebilecek potansiyel hediyeler bu temennilerin yaninda ancak teferruat kalir. Sanirim pohpohlanma eksikligi hissetmemeye basladigim gun ozsaygim articak. O gunu `Dunya Star Wars Gunu (may the fourth be with you) ya da`Dunya Mucizeler Gunu` olarak kutlamak istiyorum 40`larimda. En nihayetinde Star Wars`i da severim mucizeleri de. Bu da yakin gelecekti bana yazili mesaj olarak burada kaydolsun.

Yasadigim sehirde doga ve tarih olmasi benim icin yeterli bir tatmin olurdu. Zaten oyle bir sehirde sanatin olmasi da kacinilmaz ki zaten en buyuk ilham kaynaklari bunlar degil midir? Da Vinci`den Gaudi`ye kadar sanatcilarin yetenekleri ustune yaraticiklarini ortaya cikaran sey dogadaki gozlemleri olmus sebil sayida sanatcinin gecmisten gunumuze. Zaten kuslarin hareket dinamigini saatler, haftalar boyu gozlemlemeseydi Leonardo, nasil tasarladi `Ucan Makinasi`ni hele ki 1485-1488 dolaylarinda? Ondan sonra ilk ucagi ancak 1903 yilinda ucarabildik tam 415 sene sonra ABD`li Wright kardesler vesilesiyle


Bu 2 yil aradan sonra yazdigim ilk blog yazisi oldugu icin isinma turu olarak bakiyorum. Yazarken farkettim bir kez daha, eger okumak vazgecilmeziniz ise yazmak da bir noktada ihtiyac olarak beliriyor. Tabiati boyledir, okursun, okudukca dusunursun, dusundukce sormaya baslarsin, sormak da varolmaktir. Kendini ifade etmek ihtiyaci hissettiginde bence terapist kadar etkili olabilir yazmak. Dort yillik akademik kariyerlerine, sertifikalarina, halden anlayan entel tavirlarina lafim yok ama insanin cozumunun hala kendi icinde ve dogada oldugunu varsayiyorum. Ispatlayamayacagim icin varsayiyorum dedim ancak guclu bir inancim var. Yola ciktigimiz noktada da bu boyleydi. Hepimize ogretilen ya da inanmamiz istenen bir algi var. Neolitik devrimden once ki insanlarin zeki olmadigi ya da cok ilkel bir beyni oldugu seklinde. Bu noktada bugun ile kiyaslanamaz doga ve atmosfer zorluklari icinde hem hayatta kalip hem de gelisimlerine kesintisiz devam eden insan irkinin o donemlerde ilkel beyinligini oldugunu kabul etmek en basit mantiksal yaklasima bile uygun dusmemeli. Cunku bu gelisim ve ilerlemelerini sadece hayatta kalma gudusuyle aciklayamayiz. Zaten neolitik devrimden sonraki ademoglu havva kizlari kelimenin tam anlamiyla `biz vardik` demisler. Zaten insanoglunun bugunki geldigi noktanin temellerini atan iki devrim var, gerisi etkisi yuzyillara bile yayilamadan tarihsel olgu olarak kalmis duzinelerce devrim arasindan siyrilan. Buzul cagindan sonra yerlesik hayata gecip ekip surmeye basladigimiz, bu vesileyle koyleri kasabalari olusturmaya basladigimiz `Neolitik Devrim` ile bugun dunyada yalnizca nufusun yuzde 1`nin yarinini dusunmeden refah icinde yasatan, yari nufusun aclik sinirinda oldugu, 1.5 milyar insanin temiz icme suyu bile bulamadan yasamina devam ettiren devrim, `Sanayi Devrimi`.

Aslinda bir onceki paragrafta yazdiklarim kendi basina bir yazimin konusu olucak velhasil bu yazimi yine onunla alakadar bir alintiyla noktaliyacagim. Ronald Wright `Ilerlemenin Kisa Tarihi` adli kitabin yazari. Kesinlikle okunmasini ilk onerecegim kitaplardan. Hatta Martin Scorcesse bu kitaptan ilham alip belgeselini cekmistir, `Surviving Progress`. Kapanis notum Mr Wright`tan, Amerikalilar icin soylemis ama hepmizi bagliyor; `Amerika`da sosyalim hicbir zaman kok salmamistir cunku fakirler kendilerini somurulen calisan olarak degil yoksullgu gecici milyoner olarak gorurler.`